12 Mart 1971 Askeri Müdahalesi’nin ardından kurulan Nihat Erim’in başkanlığındaki hükümetin iki Başbakan Yardımcısından birisi Sadi Koçaş idi. Koçaş; hükümetin MİT ile ilişkilerinden sorumluydu. Kurmay albay rütbesiyle emekli olmuştu; 1960 İhtilali’nin bütün safhalarının yakın şahidiydi, ama cuntacıların eylemlerine ortaklık etmemişti. İnönü’ye ve CHP’ye bağlılığı ve sempatisi biliniyordu; rütbesine bakmadan, kendinden yüksek kıdemdeki askerlerle kurduğu diyalog ve fikirlerini çekinmeden açıklamasıyla ünlüydü. İstihbarat teorileri ve örgütleri konusunda uzman sayılırdı; yazılarında-hatıratında da ülkemizdeki istihbarât zafiyetlerinden sık söz etmişti. Koçaş; 1962’de emekliliğini istemişti; aynı yıl, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından Cumhurbaşkanlığı kontenjanından, senatörlüğe getirilmişti. 1969’da senatörlük görevinden istifasını vermiş; CHP (Cumhuriyet Halk Partisi)’ne katılmıştı. Aynı yıl da, CHP’nin Konya listesinde birinci sırada aday gösterilmiş ve milletvekili seçilmişti. Nihat Erim’e başbakanlık görevi verilince, hükümette iki numaralı koltuğun sahibi olacaktı. Erim’in CHP’den istifasını, Koçaş’ın milletvekilliğinden ve partiden kopuşu izleyecekti.
Yeni Ulus Gazetesi’nin Sahibi
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Erim’e başbakanlığa gelmesi durumunda CHP ile bağını koparmasını şart koşmuştu. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ise, Erim’in ne istifasını ne de yeni kuracağı hükümetteki başbakanlığını kabul etmemişti. Aralarında sert sayılabilecek tartışma yaşanmış; sonunda Erim, aldığı kararı uygulamıştı. Görünüşte ‘bağımsız’, kalpte ‘CHP’li’ kalacaktı. Erim; 1950-1960 arasında DP’nin sert politikalarına göğüs gerip karşı dura(bile)n az sayıdaki partili aydındandı. CHP’nin bütün mal varlığına ve Ulus Gazetesi’ne el konulup hazineye gelir kaydedilirken, sesini yükseltebilen, çare arayanlardandı. Nitekim Yeni Ulus Gazetesi, onun sahipliğinde ve baş yazarlığında yayın hayatına geçirilmişti.
Ama, ülkenin yeni-reformist bir hükümete, hızla alınıp uygulanacak tedbirlere ihtiyacı vardı: Ordu, tümüyle yönetime el koyabilir ve partileri kapatabilirdi. O zaman, durum daha ağırlaşır ve içinden çıkılamaz hâl alabilirdi.
Erim ve yeni oluşturduğu hükümet işe hızlı girişti. Her gün bir ya da birkaç bakanlık müsteşarı, hükümet üyelerine bilgi veriyor ve içinde bulunulan durumun haritasını çiziyordu. Aynı yönde, 26 Nisan’da ilan edilen sıkıyönetim komutanlarından da bilgiler geliyordu. Hükümet, önemli illerdeki sıkıyönetim komutanlıklarının verdiği bilgileri dikkatle izledi ve gereğini yapacağını savundu.
Marmara Köşkü Brifingi
12 Mart Muhtırası’na soldan tek itiraz-muhalefet CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit’ten gelmişti. Sağ eğilimli, Adalet Partisi hükümetinin hedef alınıp istifaya zorlanması, sol-sosyalist çevrelerde sevinç yaratmıştı. Nihat Erim’in başbakanlığa getirilmesi de, uygulamaların sağ-milliyetçi kesimleri kapsayacağı şeklinde yorumlanmıştı. Oysa yeni hükümet, özellikle sol ve biraz da islâmcı grupların üzerine gidecekti. Sol’un umudu kursağında kalacak, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün Paşa’nın yönlendirmeleriyle yeni hükümet, ‘balyoz harekatı’ başlatacak ve muhaliflerin üzerinden silindir gibi ezip geçecekti. 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu yürürlükteydi. Nihat Erim hükümeti; Ankara’daki Marmara Köşkü’nde verilen detaylı bilgilendirme toplantısından sonra, özelikle emniyet ve MİT’ten delillerin toplanmasını ve yetkili mercilere iletilmesini istemişti. Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş, MİT Müsteşarlığı’na bir yazı göndermişti. Yazıda, ‘zararlı-sakıncalı kişiler’ arasında bulunan Turgut Özal, Korkut Özal, Bozkurt Özal, Mehmet Şevket Eygi, Yaşar Tunagür ve Salih Özcan ile işbirliği yapanlar hakkındaki dosyanın gönderilmesini istemişti. (Bu ilginç bilgi, Milliyet Gazetesi’nde, Oktay Pirim ve Süha Arabacıoğlu’nun yazdığı 12 Mart’ın Gizli Tarihi adlı yazı dizisinin 7’nci bölümünde yer almıştı.)
Bilindiği gibi, Korkut Özal, daha sonraki yıllarda İçişleri Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yapacaktı. Turgut Özal ise, Başbakan Yardımcılığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulunacaktı. Salih Özcan hem milletvekili seçilecek, hem de Faisal Finans Kurumu’nun kurucuları arasında yer alacaktı.
Faik Türün’ün Sakıncalılar Listesi
İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün’ün cevabî yazısındaki ‘sakıncalı listesi’ daha da kalabalıktı. Özellikle sol kesimin tanınan isimleri sıralanmıştı: Kemal Burkay, Tahsin Ekinci, Mendi Zana, Kemal Türkler, Yaşar Kemal, Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Ertuğrul Kürkçü, Mihri Belli, Doğu Perinçek, Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, Uluç Gürkan, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Mümtaz Soysal, Tarık Zafer Tunaya ve daha birçokları...
Her dönem, kendi mantığı içinde, kendine göre ‘sakıncalı-zararlı listesi’ düzenliyordu. Şartlar değişince, liste(ler) de değişebiliyordu. 12 Mart’ta sakıncalı görülen Turgut Özal; 9 yıl sonra, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra kurulan hükümette Başbakan Yardımcısı olarak önemli koltuklardan birine oturabilecekti… Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 19’uncu Başbakanı ve 8’inci Cumhurbaşkanı seçilebilecekti…
Ali Hikmet İnce yazdı.
Süzme Haber