Geleneksel kalıpları kırıp, sokaktaki insana şiiri sevdiren, anlamasını-kendini bulmasını sağlayan şairdi Orhan Veli (Kanık). Çok kısa dünya hayatı oldu, ama Türk edebiyatına kuyruklu yıldız gibi geldi ve gitti. Onda herkes kendinden parça(lar) buldu, öğrenci şiir defterlerini mısralarından seçmeler doldurdu. Dizeleri akşamları kurulan rakı sofralarının vazgeçilmeziydi.
Parasız ama renkli, aşık ama dilsiz, haylaz ama zararsız hayat sürdü. Futbol tutkunuydu ve iflah olmaz at yarışı oyuncusuydu.
Beykoz Yalıköy’de İshak Ağa Yokuşu’ndaki meşhur konakta doğdu. Memur babası yüzünden Ankara-İstanbul arasında yaşadı. Ankara Gâzi Lisesi’nden mezun olunca, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne kayıt yaptırdı, ama bitiremedi.
İlk şiiri, - 1933’de - Bir Günüm Daha Geçti Sevdiğimi Görmeden, İnkilâp dergisinde yayınlandı. Asıl ününü Varlık’ta yayınlanan şiirleri ile yaptı. Yakın çevresinde şiirleri kadar çapkınlıkları ile de ünlendi: Bella Eskenazi, Mina Urgan ve Nahit Gelenbevi hiç vazgeçemediği, duygusal yakınlık kurduğu hanımlardan bazılarıydı. Dizelere, dostlarına, hayata, rakıya ve aşka âşıktı.
PTT Umum Müdürlüğü’ndeki memuriyetinde başına gelmeyen kalmadı. Düzensiz memurdu, soruşturmalara, maaş kesintilerine varan baskılara uğradı. Disiplinsiz ruh haline sahipti; yanında daima küçük kâğıt parçaları, bir diş fırçası bulundururdu. 4 yıla yakın askerlik yaptı. Talimi astı, Salim’in Meyhanesi’nde rakı yudumlamayı yeğledi. Kaldığı askerî çadırın girişine, ‘Herkes gider talime, Orhan gider Salim’e …’ notunu iliştirirdi.
Askerlik dönüşü yine memuriyeti denedi: MEB Tercüme Bürosu’nda bir yıl çalışabildi. Dönemin bakanının nefes aldırmaz disiplinini istifa ederek protesto etti. İlk şiir kitabının adını yakın arkadaşı Cavit Yamaç’ın önerisi üzerine Garip koydu. Zira Orhan Veli şiirde klasik anlayışın kalıplarını yerle bir etmiş, sokağın dilini mısralara sokmuştu.
Orhan Veli, şiirlerinde toplumdaki sınıf çelişkilerine de yer verdi. Arkadaşları Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile Nâzım Hikmet’in açlık grevini destekledi. Sembolik sayılsa da iki günlük açlık grevi yaptı. Nâzım’ın hapisten çıkmasından sonra desteğini sürdürdü. Türk Solu’nun barışçı sosyalisti Mehmet Ali Aybar’ın Zincirli Hürriyet gazetesinde eleştirileri yayınlandı.
Şiirleri gibi kısa hayatı da Ankara-İstanbul arasında noktalandı. 10 Kasım 1950, Atatürk’ün ölümünün 12. yıldönümüydü. Hacı Bayram semtindeki Üç Nal Meyhanesi’nde birkaç kadeh rakı devirdi. Oteline dönerken, karanlık sokakta Ankara Belediyesi’nin kazdığı ama kapatmadığı - ya da kapatmayı unuttuğu! - çukura düştü. Güç belâ çıkarıldı, üç gün hastanede kaldı; başındaki yarası tedavi edildi. Ertesi gün, İstanbul’a döndü. Bir arkadaşının evinde yemek yer ve yanında yine bir duble rakı içerken aniden sandalyeden yuvarlandı. Hastaneye kaldırıldığında hayatını yitirmişti. İçtiği rakıdan zehirlendi, deseler de, otopsi gerçeği gösterdi: Beyin kanaması geçirmişti. Düştüğü çukurda beyninde hasar oluştuğu ileri sürüldü.
Garip’in babasının pek çok zengine parmak ısırtacak cenaze töreni oldu. O gün, İstanbul ayaktaydı: İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı’nın şairi, sevdalılarınca son yolculuğuna uğurlandı. Halkın şairi, halkının gönlündeki tahta oturmuştu …
Ali Hikmet İnce yazdı.
Süzme Haber