Hürriyet Gazetesi’nin kurucusu ve ilk sahibi Sedat Simavi, sanılanın-iddia edilenin aksine millî şuuru olağanüstü derecede yüksek, vatansever, kalemi keskin, çok yönlü ve entelektüel bir sanatçıydı. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezundu; İyi grafiker, hattat, karikatürist ve ressamdı. Kimse onun kadar güzel fotoğraf seçemezdi; haber başlıklarında tam bir ustaydı. Osmanlı’nın son döneminde sarayda görev almış, son aristokrat ailelerden birisi de Simavilerdi. Sedat Simavi’nin babası Hamdi Bey, Sakız Mutasarrıfı (Kaymakamı) iken hayatını yitirmiş ve o dönemde ‘vatan toprağı’ sayılan Sakız’ın ‘Büyük Kabristan’ına defnedilmişti. Sedat Simavi, babasını yitirdiğinde 11 yaşındaydı. Yaşadığı süre içinde, hep baba hasreti çekti ve sevgisinin eksikliğini hissetti.
Sedat Simavi, Millî Mücadele’ye hep destek verdi. Çıkardığı dergiler, çizdiği karikatürler ve çektiği filmlerde, Türk Milleti’nin tek çıkış yolunun Ankara Hükümeti olduğunu savundu. Zorluklardan hiç yılmadı; başarıyı yakalayana kadar mücadelesini sürdürdü. 7 Gün adlı haftalık magazin dergisini çıkarırken, ailenin elindeki son altın liraları, yazarlara telif ücreti olarak ödemekten çekinmedi. 7 Gün’de başarı geldi ve Bab-ı Ali’nin en meşhur gazetesi Hürriyet’in temelleri de atıldı.
Kıbrıs Diye Bir Davamız Var
Simavi; Türk gazeteciliğini temellerinden sarsmıştı. Sayfa düzeninden, haber yazımına kadar gazeteciliğin her kademesine yenilikçi bir bakış açısı getirmişti. Sadece Kıbrıs Davası’ndaki tavrı bile, millî bir zaviyeye sahipliğini gösteriyordu. Demokrat Parti’nin ilk Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün ‘Kıbrıs diye bir davamız yoktur!,’ mealindeki demecini yerden yere vurmuş; bir de hakkında ağır cezada soruşturma aç(tır)ılmıştı. Hürriyet; her zaman Türkiye’nin millî meselelerinde ‘şahin kesiliyordu’. Bugün Kıbrıs’ta Türk varlığından söz edilebiliyorsa, Simavi’nin hakkını teslim etmek gerekirdi. Hürriyet’in logosu, Türk Bayrağı’nın altında yazılı ‘Türkiye Türklerindir!’ sloganı da, millî bakışı-duruşu temsil ediyordu.
Sedat Simavi; babası Hamdi (Simavi) Bey’i yeterince tanıyamamıştı. Aile İstanbul’dayken, Hamdi Bey, - muhalif bir aydın olduğundan! - vatanın uzak köşelerinde görev yapmaya zorlanmıştı. 11 yaşında, babasını kaybedince, O’na olan özlemi kat be kat artmıştı. Yakınlarının ifadesine göre, babasının mezarını bir kere bile ziyaret edememişti. Araya İstiklâl Savaşı girmiş; Sakız da elimizden çıkınca da, ziyaret daha da zorlanmıştı.
İstanbul’a Gelen Yunan Gazeteciler
Bir gün, babasının mezarını görmese bile, resmini edin(ebil)me şansını yakalar gibi oldu.
1947 yılında, Yunanistan’dan bir grup gazeteci, Gazeteciler Cemiyeti’nin davetiyle İstanbul’a gelmişti. 7 Gün’ü de ziyaret etmişler, karşılıklı görüş alış verişinde bulunmuşlardı. Misafir edilmişler; İstanbul’u da gezdikten sonra, dönüş günü gelmişti. Sedat Simavi, dergide sağ kolu gibi gördüğü, aynı zamanda Cemiyet’in yönetim kurulu üyesi Hikmet Bil’i çağırıp, talimatını verdi. Bil; Yunan gazetecilerle Sakız Adası’na kadar gidecekti; babası, Hamdi (Simavi) Bey’in mezarının resmini çekip, kendisine getirecekti. Aile fertlerinin anlattığına göre, babası için, mermerden Osmanlı usulü mezar yaptırılmıştı. Doyamadığı babasının yattığı yerin resmi, içindeki hasreti bir nebze dindirebilecekti.
Hikmet Bil; Simavi’nin A Takımı’ndandı
Hikmet Bil; bir diplomat kadar diplomasi bilirdi. Galatasaray Lisesi’ni, ardından İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirmişti. Fransızca ve İngilizce bilgisi mükemmeldi. - Sedat Simavi’nin hukuk işlerine de yardımcı olurdu; 7 Gün’de yayınlanan her türlü yazının son okuyucuları ve onaylayıcıları arasındaydı. Kısacası, Simavi’nin A Takımı’ndandı. - Sakız Adası’nın altını üstüne getirdi. Ama Osmanlı’nın Sakız Adası’ndaki mührü sayılan ‘Büyük Kabristan’ı bulamadı. Adanın çeşit çeşit haritalarına baktı; Sakız’ın yerlisi Rumlarla görüştü, ama kimsenin bildiği-söyleyeceği bir şey yoktu. 500 yıllık mezarlık uçmuştu; ortadan kalkmıştı ya da hiç olmamıştı! Sonunda, Osmanlı’nın son meclisinde Sakız Adası’nı temsil etmiş, eski bir milletvekilini bulabildi. Haber almayı da başardı, ama duydukları karşısında ‘tansiyonu tavan yaptı’! Yunan Hükümeti, tarihi mezarlığı kaldır(t)mış, üstünden de geniş asfalt yol geçirmişti. Sakız Adası’nın son Mutasarrıfı Hamdi (Simavi) Bey’in mezarı da kayıplara karışmıştı. Yolun iki yanındaki yemyeşil bahçelerde sebze yetiştiriliyordu.
Vandallık! Bu yapılan barbarlık!
Kara yoluyla İstanbul’a dönen Bil, patronu, kader arkadaşı Sedat Simavi’ye ne diyeceğini bilemedi. Sonunda öğrendiği gerçeği bütün yalınlığı ile aktardı. Mezarlığın üzerinden geçen geniş asfaltın, sebze bahçelerinin resimlerini gösterdi. Simavi, kulaklarına inanamadı. Doyamadığı, her zaman özlemini çektiği babasından kalan tek hatıra da yeryüzünden silinmişti. Gözlerinden iki damla yaş süzüldü; ‘Vandallık! Bu yapılan barbarlık!’ diyebildi. Sonra yine içine kapandı. Aslında hep içe kapanık, derdini paylaşmaktan hoşlanmayan bir kişiliğe sahipti.
Sedat Simavi; Sakız Adası’da yaşanan dramdan ders çıkarmasını bildi. Olaylar patladığında, Kıbrıs’ı kendisine mesele edindi ve soydaşlarımızın haklarının savunuculuğu yaptı. Dönemin hükümetinin baskılarına boyun eğmedi; Fuat Köprülü’ye karşı dik duruşu ve hükümeti uyaran-eleştiren manşetleriyle hatırlandı. Felçli, yürümekte zorlanan haliyle, kendini değil, ‘yavru vatan’ın haklarını savunmaktan bir an bile geri durmadı.
Ali Hikmet İnce yazdı.
Süzme Haber